Evlilik kararı insanların hayatlarında aldıkları en önemli kararlardan birisi. Çünkü insanlar seçtikleri eşleriyle genelde hayatlarının yarısından fazlasını geçirir. Bağımsız bir yaşam alanı kurar, ortak değerlerle bir yaşam tarzı geliştirir, ve belki çocuk sahibi olurlar. Tüm bunlar hayat şeklimizi ve tüm seçimlerimizi etkileyecek büyük kararlardır. Dolayısıyla bu seçimi mümkün olduğunca ne istediğimizin farkındalığıyla yapabilmek çok önemli.
İnsanların evlilik kararı almasında bir çok farklı motivasyon kaynağı olabilir. Karşımızdaki insanın bazen bizden farklı oluşu, belki bizim sahip olamadığımız kişisel özelliklere sahip oluşu çekici gelirken, bazende benzerliği onu cazip kılabilir. Kültürel, ekonomik, aile yapısı ve değerleri birbirlerine benzeyen insanların birbirlerini tercih etmeleri oldukça sık rastlanan bir durumdur. Hatta bunun zıttı durumlar bir kavuşamama hikayesi olarak sıkça Türk filmlerine malzeme olur. Eş seçiminin maddi ve manevi bir çok motivasyonu vardır. Fiziksel bir çekim de, maddi bir kazanım beklentisi de bunlardan bazılarıdır. Duygusal tatmin, sevildiğini hissetme ve bağ kurma ise belki evliliğin en temel motivasyonlarındandır.
Freud ise eş seçiminde asıl belirleyici olanın, insanların çocuklukta baş edemedikleri ilişkisel durumları tekrar etmeleri olduğunu söyler. Yani babasıyla duygusal çatışmalarını çözememiş ya da duygusal ihtiyaçlarını karşılayamamış bir kızın kendisine -bu hisler kötü dahi olsa- babası gibi hissettirecek ya da onun gibi davranacak bir partneri eş olarak seçmesi bir tesadüf değil. Bu durum bilinçaltının olumsuz durumları yineleyerek, geçmiş çatışmayı çözmek istemesinin bir sonucu olarak karşımıza çıkabilir.
Peki bu eş seçim kriterlerinden hangisi daha avantajlı derseniz, bunun bir cevabı yok. Çünkü insan söz konusu olduğu zaman her zaman aklımızın köşesinde bulunması gereken bir bilgi varsa o da insan bilimlerinde determinizmin mümkün olmadığı sanırım. Yani insan o kadar karmaşık bir yapılanmadır ki çoğu zaman aynı neden aynı sonuca yol açmaz. Çünkü diğer parametreleri sabit tutmak mümkün değildir. Partnerinizin mizacı, çocukluk yaşantısı, ebeveynleriyle olan ilişkisinin niteliği, yaşadığı travmatik olaylar, eğitim hayatı, kardeş ilişkileri, içinde yaşadığı tarihsel süreç, toplumun değerleri bir bütün olarak onun kim olduğunu ve dış dünyayı nasıl algıladığını belirler. Ve tüm bu bileşenler herkes için biriciktir.
Tam da bu nedenle işe öncelikle kendimizi tanıyarak başlamamız çok önemli. Ben kimim? Beni ben yapan önemli hayat olayları neler? Duygusal ve yaşantısal ihtiyaçlarım neler? Hangi değerler benim için olmazsa olmazdır, ve benim bu değerlerimin ve beklentilerimin ne kadarı partnerimin değer ve beklentileriyle örtüşüyor? Hangi özellikleri olan insanlarla daha iyi anlaşıyorum? Hangi tarz insanlara tahammül edemiyorum ve neden? Kişi kendisine ve partnerine bu soruların cevaplarını dürüstçe verebildiği zaman sağlıklı bir evlilik birlikteliği kurmaya yönelik ilk adımı atmış olur.
İkinci önemli adım ise; sorumluluk alabilme becerisi ve istekliliği. Çünkü evlilik yaşantısı sadece duygusal bir paylaşım alanı değil, aynı zamanda yaşantısal bir birlikteliktir. Evin geçiminin sağlanması, ev işleri döngüsünün paylaşımı, çocuk bakımı ve eğitimi, ailenin sosyal ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi sevginin yanısıra, fiziksel bir efor ve sorumluluk gerektirir. Bu sorumluluğun partnerlerden birisine ağır gelmesi evlilikte dengeyi bozan en temel etmenlerden birisi. O yüzden unutmamak gerekir ki; mutlu bir evlilik için “iki yetişkin” gerekir.
Aslı Dağdelen
Aile Danışmanı